4 Nisan 2009 Cumartesi

Kabullenmek/Kabul ettirmek

Kabullenmek, kabul ettirmek hissi çok ağır bir histir.
Geçmişten bu güne baktığımız zaman, insan oğlu sürekli kendini kabul ettirmek ister.
Gerek Deniz Gezmiş mantosu giyip kendini sol ortama kabul ettirmeye çaba sarf eden gençler, gerek kendini bir örgüte veya bir topluluğa kabul ettirmek hissi ağır basar.
Aslında bu bir çeşit korkudur, yalnızlık korkusu. Ama bir topluluğun için de korkuları azalır tehlikenin gelmeyeceğini sanır.
Basit bir örnekle nitelendirirsek; kendinizi kalabalık bir sokaktamı daha güvende hissedersiniz, yoksa tenha bir sokaktamı?
İnsan insana muhtaçtır korkularını yenmek için. Çocukluğunuzda şimşek çaktığı zaman anne ve babanızın odasına gidersiniz.
Biz doğuştan köle olan, duyguları bastırılmış varlıklar, anne sütüne köle olarak doğarız.
Ve anneye muhtaç olduğumuz için binbir şirinlikle annenin gözüne girme, anneye kendini sevdirme duygusu ile yaşarız.
Anne gittiği zaman ağlarız, çünkü bütün kötü etkenlerden annenin koruduğunu sanarız, ama baba bizi kucağına aldığında ağlama diner çünkü yeni bir koruyucu gelmiştir.
Sadece bu çağda değil, geçmiş çağlarda bile vardır kabul edilme duygusu, bir kabileye katılırken veya bir Osmanlı padişahının kendini islam topluluğuna kabul ettirme duygusu.
Ve kabul edildiğimiz toplulukta yükselmek isteriz, en iyi olmak!
Mesela bir Osmanlı padişahının halifeliğe tırmanma çabası veya mesleğimizde(kabul edildiğimiz toplulukta) hep en iyi olma dürtüsü.
Bu bir kısır döngüdür, insanlar kabul edilir ve o gruba yeni insanları kabul eder. Dünyanın düzenine kabul edilir ve yeni insanlar kabul eder.
Duyguları bastırılmış diyorum, çünkü bebekliğimizin ilk anlarında bir sinemada veya sokağın ortasında, oto kontrolsüz ağlayabiliriz, bağırabiliriz.
Ama düzeni yavaş yavaş kavradığımızda sokağın ortasında bağıramayız, istediğimiz anda istediğimizi yapamayacağımızı büyük bir hayal kırıklığı ile anlarız.