Bomboş bir arazide, güneş arkanız da ise, gölgeniz karşınız da olur.
Yine aynı arazide güneş karşınız da ise, gölgeniz arkanız da olur.
Sanırım bu soru işaretleri ile dolu dünya da, en dengeli varlık biz yüce insanların gölgeleridir.
Sen güneşle dostsan o senin düşmanın olur.
Sen güneşle düşmansan o senin dostun olur, her zaman azınlığın yanındadır.
Ama önemli olan o eşit varlığın bizim yansımamız olması değil, bizim o varlığın yansıması olmamızdır.
Gölgenin içine girmek, gölgeye renk vermek, gölgeye etten kemikten bir hayat sunmak.
Yine gölge bizim bir parçamız olan ben(ci)liği taşır, bildiğimiz en büyük nesne olan güneş'e her zaman karşı çıkar, hiç bir zaman onunla yan yana bulunmaz.
Farklı bir bakış açısından bakarsak bizim bir parçamız olan korkalığı taşır, bildiğimiz en büyük nesne olan güneş den her zaman korkar ve bedenimizin arkasına saklanır.
Dünya üzerin de yaşayan onca insanın kendine özgü bir hayatı olduğu gibi, gölgelerimizin de bir hayatı vardır.
Biz arkadaşımız ile konuşurken, o da arkadaşımızın gölgesi ile konuşur.
Biz sinirlenip sokak da tek başımıza yürürken, o da sinirlenmiştir ve sokak da tek başına yürüyordur.
İnsanlar ne kadar iç içe geçemeseler de, gölgeler ışık oyunlarının yardımı ile iç içe geçebilirler.
İşte bu gölgelerin kesiştiği noktalara ise, ışığın arkasın da ki cinsel sembol ismini lâyık görüyorum.
Freud'a göre; 'İlk cinsel sembol, annenin memesi' idir.
Ve yaşadığımız her duyguyu, ben(ci)liği, inandığımız fikri, düşünce biçimimizi cinsel hormonlar belirler.
Yine dikkat ederseniz, cinsel hormonları veya cinsel arzuları kuvvetli olan insanların duyguları da yoğundur.
Konuya âmiyane bir örnek vermek gerekirse, bir aşk şairi, masturbasyon yaptık dan sonra, eski yazdığı şiirleri aynı gözle yorumlamaz, ve şair yine uzun süre cinsel ihtiyacını karşılamamış ise, güçlü duygu yoğunlukları yaşar.
İsterseniz bir de antik cağ'a göz atalım... Antik çağ da cinsel istemler rahatlık ile karşılanabiliyor idi ve cinsel istemler çok kuvvetliydi,
eşcinsel olan birisi, utanmadan çekinmeden istediği cinsel hayatı yaşayabiliyordu, cinsel ihtiyaçlar karşılanınca cinselliğe olan bağ artmışdı.
Hatta o kadar rahatdı ki, cinsellik tanrısı bile icât edildi(dionysos) ve o çağ da ki bu denli büyük cinsel güdüler, duyguların da güçlü olmasına yol açtı,
antik çağ da ki tragedya oyunların da gördüğümüz üzre o dönemde ki duygular da güçlüydü başka bir değişle abartılıydı.
Bir zeus heykelinin penisi, sanatçıların cinsel yönden bir baskı duymadığından dolayı, normal boyun üzerindeydi.
Duyguların büyük olması motiflerin de büyük olmasına yol açmıştı, üç metre boyun da ki tanrı heykelleri, dev sütunlar...
Çağ ilerledikce cinsel baskılar artmaya başladı, cinsellik bastırılınca duygular da azalma yaşandı.
Bu cinsel baskının artması ile, erkek heykellerin penisleri ufak boyutlar da, kadın heykeller de elleri ile veya bir çarşaf ile göğüslerini kapatmış şeklinde olmaya başlamıştı.
Şimdi gözlerinizi kapatın ve 2009 da ki cinsel baskıyı düşünün, ardından pencereden dışarıya bir göz atın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder